4 Ocak 2003 Cumartesi

Tutunamayanlar'da aydın ve Batılılaşma

Bilkent Türk Edebiyatı bölümünde Hilmi Yavuz ile yaptığımız Türk Romanında Modernleşme dersinde sunduğum okuma raporu (2003).
Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanı, Yıldız Ecevit'e göre avangardist (Ecevit, "Türk Romanında Bir Avangardist: Oğuz Atay" 25), modernist (Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar 86); Berna Moran'a göreyse hem modernist hem de postmodernist bir romandır (Moran 199). Her iki eleştirmen de bu sıfatları romanın taşıdığı ve Türk romanında ilk kez görülen yenilikler nedeniyle kullanmışlardır. ama Oğuz Atay'ın bu eserinin Türk edebiyatındaki ana eksenlerden birini oluşturan Doğu-Batı sorunsalı bakımından önemi, Batılılaşma olgusuna getirdiği yeni bakış açısıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ne Huzur'unda ne de Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde hiçbir aydın karakter -Tanpınar'ın sıklıkla kullandığı bir ifadeyle- şahsi tecrübe yaşamazlar, neredeyse sadece toplumsal bir misyon üstlenmişlerdir. Oysa Tutunamayanlar, bireysel varoluşlarının peşine düşmüş aydınların macerasını anlatır. Atay'ın "aydın"ı hem bir toplumsal alt-kategori olarak bir aydın tipini, hem de bu kategori içerisinde yer alıp da kişisel yaşantıları açısından birbirinden oldukça farklılaşan aydın bireyleri temsil eder. Ortak paydasında "uyumsuzluk", "yabancılaşma", "dışlanmışlık", "başarısızlık", "eylemsizlik" gibi özellikler barındıran bu aydınların kişisel tarihlerinin yazılması gereğinin altını çizen ve bunu ironik bir dil kullanarak belli ölçülerde deneyen bir metindir bu roman. Çünkü Oğuz Atay, 20 Ocak 1974'te Günlük'üne -babasına yazacağı bir mektuba hazırlık niyetiyle- şu notları düşmüştü:
Bugünlerde ilgi duyduğum, sevdiğim kimselerin yaşantılarının unutulup gitmesine karşı duyduğum tepki gittikçe büyüyor. Onların nerelerde anlatılacağını düşünüyorum; hemen hepsi önemsiz sayılan kişiler. Ne savaşlarda kahramanlıklar yapmışlar, ne de ondan sonra bu başarılarının üstüne oturup çiftlikler kurmuşlar. Kimsenin doğru dürüst bir şey bilmediği bu ülkede belki ordan burdan bir şeyler makaslayarak eserler verselerdi, iyi kötü bir ansiklopedide iki üç satırla anılmaları işten bile değildi. [...] Bu nedenle babacığım, günün birinde göreceksiniz bu ansiklopediyi tek başıma yazacağım. Buna benzer denemelerim oldu; ama onlar senin deyiminle 'uydurma' şeylerdi; annemin seyrederken ağladığı filmler ya da okurken duygulandığı romanlar gibi 'hepsi uydurma'. (Günlük 84)
Oğuz Atay'ın romanlarında modernleşme ya da Batılılaşma meselesinin işlenişinde seçilen yol, bizzat aydın kimliğinin kendisinin sorunsallaştırılması olmuştur. Selim Işık, kendi sorduğu "Ne yapmalı?" sorusunu yine kendisi şu şekilde cevaplayarak, aynı zamanda Atay'ın misyon ve kişilik kavramları arasındaki ilişkiye yaptığı vurguyu da dillendirir:
Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. Topluluğun eylemine engel olabilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez. (93-94)
Aslında bu cevap, Tanpınar'ın Huzur'unda İhsan'ın Mümtaz'a önerdiği yola çok benzer: "Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol!" Ama İhsan, Mümtaz'ı kişisel bunalımlarını bir yana bırakıp toplumsal sorumluluğunu üstlenmeye çağırırken; Selim Işık için öncelikli olan, aydının içsel sorunlarının çözülmesidir: "Bilimsel bir kuşkuyla önce bütün zaaflarını çekinmeden ortaya atacaksın! Olmadık bir yerde ortaya çıkmalarını önleyecek ve toplumsal eylemdeki ortaklarını umutsuzluğa düşürmekten böylece kurtulacaksın." (94)

Ama Selim Işık bunu başaramaz, çünkü "dün, bugün ve yarın"dan kopartılmış, yalnızlığa itilmiştir. Gözden kaçırılmamalıdır: Selim Işık, Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisinin tartışıldığı bir dönemde doğmuştur ve resmî tarihin söyleminden dışlanan bireysel tarihini Batı'nın edebî metinlerinde, o metinlerde yaptığı yolculuklarda karşılaştığı yazarlarda ve kurmaca karakterlerde arar, sık sık onlarla özdeşleşir: "Şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot'a benzetebilirsiniz beni. Yalnız onunla bir fark var aramda: ben kendimi Don Kişot sanıyorum." (370) Oysa bu özdeşleşme hâli süreklilikten mahrumdur, hiçbir yazarla ve karakterle sürekli bir özdeşlik içinde kalamaz Selim Işık, "Sanki hepsi benim için yazılmış. bu kadar insanı birden canlandıramıyorum: hepsini birbirine karıştırıyorum. gülünç oluyorum" itirafında bulunur. Tatjana Seyppel, Oğuz Atay’ın Dünyası adlı kitabında, Selim Işık'ın bu ruh hâlini şöyle yorumlar:
Selim'in edebiyattan hayatı için örnek arayışı ile bu örneklerin etkisi altında kalma korkusu, diyalektik bir tekabüliyet ilişkisi içindedir. Kendini, yeni bir örnek bulup ona benzeme arzusuyla yiyip bitirir; eşsiz bulduğu bir örnek. onun deneyimsel arka planına sahip olmaksızın da, salt sonuçları taklid ederek belirli bir kişiliğin tarzını sahiplenebileceği kanısındadır. Bir sefer Oscar Wilde'ın, başka bir sefer Gorki'nin, sonra Dostoyevski'nin kahramanlarını canlandırır. (59)
Ancak, Seyppel'in işaret ettiği "taklit" olgusunun Selim Işık'ın durumunda geçerli olduğunu kabul etmek zordur. Tanzimat dönemi romanlarındaki alafranga tiplerin, örneğin Recaizade Mahmud Ekrem'in Araba Sevdası'ndaki Bihruz Bey'in 19. yüzyıl Fransız edebiyatının romantik karakterlerinin yaşayış tarzını taklit edişlerinden farklıdır durum. Çünkü Selim'in model arayışı biçimsel değil özsel bir dönüşümü amaçlamaktadır, epistemolojik bir kavrayışı hedefler. fakat Selim benliğini metinlerde ararken bireysel sürekliliğini yitirir; Seyppel'in de işaret ettiği gibi, "kendi bireyliğini yokeder" (60). Selim onca modern edebî metin arasında bir "seçim" zorunluluğu ve zorluğu ile karşı karşıya kalmıştır.

Romanın küçük burjuva aydını Turgut Özben ise benliğini, Selim'in okuduğu romanlarda değil yazdığı metinlerde arar. Bu ilginç ve çarpıcı "farklılık"a rağmen, "tutunamayanlar"ın ortak paydası metinler aracılığıyla model arayışıdır. Oğuz Atay, aydın karakterlerin bireysel varoluşunu edebî düzlemde sorunsallaştırırken bu metinsel model arayışını metafor olarak istihdam eder ve bu dolayımlama yardımıyla Batılılaşma sorununu tartışır.

Ama tipik Tutunamayanlar okurunun sıklıkla özdeşleştiği Selim Işık karşısında Turgut Özben'in arayışı daha bilinçli bir arayıştır: "Ben selim değilim Olric. Selim romanları okuya okuya Selim'liğe özenen bir Don Kişot olmaktan korkuyorum." (417) Türk edebiyatının tartışmasız başyapıtları arasında sayılabilecek bu romanı Selim Işık'la kurulan özdeşlikten bir nebze olsun sıyrılarak yeniden okumaya kalkıştığımızda görülecektir ki Turgut Özben, Selim Işık'tan daha gerçekçi ve daha mücadeleci bir aydın karakteridir. Öyle ya, Selim'in yazdığı metinlere yaptığı yolculukta Turgut, yalnızca kendi küçük burjuva yaşam tarzından kopmayı başarmakla kalmaz, aynı zamanda Selim Işık'ın bireysel varoluşunu ve aydın kimliğini de sorgular.

Son olarak, Huzur ile Tutunamayanlar arasında bir akrabalık olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Akrabadırlar, çünkü her ikisi de modernleşmeyi Batılı anlamıyla, yani bütünsel ölçekte kavramaya yönelmişler ve bu ortak özellikleri nedeniyle Türk romanında ayrıksı bir ortak konum edinmişlerdir. Tanpınar, "bütünlük" ve "devam" kavramları çevresinde sorunsallaştırdığı Türk modernleşmesini eski ile yeni arasındaki kopukluğu ortadan kaldıracak bir Doğu-Batı sentezi arayışıyla anlamaya çalışmış; Atay ise, Kemalist resmî tarihin dışına atılmış entelektüellerin Batılı metinlerde kendilerine model arayışlarını ironik bir dille eleştirerek yerli bir aydın kimliğinin ipuçlarını bulmaya yönelmiştir. Her iki roman da, eski ile yeni, gelenek ile modernlik, Doğu ile Batı arasında kesin bir seçim yapmayarak, modernleşmeyi olabildiğince geniş ölçekte ve kavramsal derinliğiyle sorunsallaştırmayı amaçlamışlardır.


KAYNAKLAR

Atay, Oğuz. Günlük. Oğuz Atay Bütün Eserleri Dizisi 6. İstanbul: İletişim yayınları, 1998.
Atay, Oğuz. Tutunamayanlar. Oğuz Atay Bütün Eserleri Dizisi 1. İstanbul: İletişim yayınları, 2000.
Ecevit, Yıldız. “Türk Romanında Bir Avangardist: Oğuz Atay”. Kurmaca Bir Dünyadan 25-27.
Ecevit, Yıldız. Kurmaca Bir Dünyadan: Yazın İncelemeleri. Edebiyat Dizisi 12.11. Ankara: Gündoğan Yayınları, 1992.
Ecevit, Yıldız. Türk Romanında Postmodernist Açılımlar. Edebiyat Dizisi 12.11. Ankara: Gündoğan Yayınları, 1992.
Moran, Berna. “Tutunanlardan Tutunamayanlara Bir Yolculuk”. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 196-218.
Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan’a. Araştırma-İnceleme Dizisi 24. İstanbul: İletişim Yayınları, 1999.
Recaizâde Mahmud Ekrem. Araba Sevdası. Türk Klasikleri – Romanlar 4. Ankara: Akçağ Yayınları, 2001.
Seyppel, Tatjana. Oğuz Atay’ın Dünyası. Çev. Tanıl Bora. İstanbul: İletişim Yayınları, 1989.
Tanpınar, Ahmet Hamdi. Huzur. Edebiyat 351. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.
Tanpınar, Ahmet Hamdi. Saatleri Ayarlama Enstitüsü. 1962. Edebiyat 364. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder