1 Ocak 2003 Çarşamba

Mümtaz'ın mesuliyeti ve "çözülmemiş bir yumak gibi duran hayat"

Bilkent Türk Edebiyatı bölümünde Hilmi Yavuz ile yaptığımız Türk Romanında Modernleşme dersinde sunduğum okuma raporu (2003).
Ahmet Hamdi Tanpınar, 2 Mart 1951’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Medeniyet Değiştirmesi ve İç İnsan” başlıklı yazısında, “medeniyet bir bütündür” (35) öncülünden ve “devam” (36) kavramından hareketle, bir medeniyetten ötekine geçişin “bütünlüklü” ve “devamlı” olması gerektiğini savunur. Türklerin Tanzimat’a dek olan medeniyet değiştirme sürecinin bu türden bir değişim süreci olduğunu savunan Tanpınar, “Tanzimat’tan sonraki senelerde kaybettiğimiz şey bu devam ve bütünlük fikridir” (36) der. Tanpınar düşüncesinin çekirdeğini oluşturan bu iki kavram, “devam” ve “bütünlük”, Huzur (1949) adlı romanının da ana temalarıdır. Romanın dört ana kişisi, İhsan, Nuran, Suad ve Mümtaz, “eski” ile “yeni” arasındaki çatışma alanında biçimlenirler. Yazarın, her birini ayrı bir bölümde işlediği bu kişiler, “geçmiş-şimdi-gelecek” ekseninde edindikleri konumları hiç yitirmezler.

İhsan, bir bakıma, Tanpınar’ın, yazılarında savunduğu görüşlerin sözcülüğünü üstlenir. “Yeniye başından itibaren bizim olmadığı için şüphe ile, eskiye eski olduğu için işe yaramaz gözüyle bakıyoruz” (236) diyen İhsan, bu “ikilik”in (236) giderilmesi için “Tarihimize bütünlüğünü iade etmek” (239) ve “mazi ile alâkamızı baştan kurmak” (240) gerektiğini savunmaktadır.
Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder, terkibin içine ister istemez sokacağız. O, kendisinden gelmemiz lâzım gelen bir şeydir. Bu devam fikrine bir vehim de olsa muhtacız. (240)
Değişimdeki “devam” ve “bütünlük” koşullarının ancak “mazi” ile bağ kurularak sağlanabileceğine inanan İhsan, bu yönüyle “geçmiş”i temsil eder. “[H]ayat ve duygularımıza karşı güvensizliği ve onun yüzünden her şeyi olduğu gibi kabul ediş tarzı” (265) ile Nuran, “şimdi”nin temsilcisidir:
Ben Nuran’ım. Kandilli’de otururum. Bin dokuz yüz otuz yedi senesinde yaşıyor, aşağı yukarı zamanımın elbisesini giyiyorum. Hiçbir elbise ve hüviyet değiştirmeye hevesim yok. Hiçbir ümitsizlik içinde değilim ve bu aynalar beni korkutuyor. (123)
Romana, “[g]arip bir adam” (85), “[a]ta benziyor” (85), “[g]aliba biraz da yamyam” (85), “[h]ayır sadece katil, yahut telâşlı katil, yani müntehir” (85) gibi nitelendirmelerle giren Suad ise, yıkıcı düşünceleriyle, yaklaşan savaşın yıkıcılığıyla bütünleşen bir “gelecek” temsiliyeti işlevini üstlenir. Tanpınar, Suad’ın “müntehir” diye nitelendirilen ideolojik konumunu şu sözlerle ifade eder:
Yamyamlar, herhangi bir ideolojide, sağ veya sol, mutaassıp olanlardı. Katiller, birtakım meseleleri olan ve her gördüklerine onlardan bahsedenlerdi. Telâşlı katiller, bu meseleleri fazla enfüsileştiren, isyan hissiyle dolu olanlardı. Müntehirler ise bunları iki taraflı azap haline sokanlardı. (85-86)
Romanın ana kişisi Mümtaz’ın işlevi ise, bu üç kişinin kendi içinde tutarlı bilinçleri arasında bölünen kafasında bir “terkip” aramaktır. Mümtaz, İstanbul’un Beyazıt semtinde gezinirken uğradığı Sahaflar’ın kapısında şöyle düşünür:
Ne görecekti, sanki? Bir yığın eski ve bildiği şeylerdi bunlar. Üstelik içi rahat değildi, kafası ikiye, hattâ üçe bölünmüştü. Bir Mümtaz, belki en mühimi, talihten en çok korkan, düşüncesini gizlemeye en fazla çalışanı, orada, evde, hastanın başı ucunda, onun dalan gözlerine, kuruyan dudaklarına, inip çıkan göğsüne bakıyordu. Öbürü Nuran’ın şu dakikada bulunması ihtimali olan İstanbul’un her köşesinde onunla beraber olabilmek için parçalanıyordu; sanki her rüzgâra kendisini parça parça dağıtıyordu. Bir üçüncü Mümtaz demin tramvayı durduran kıt’anın peşine takılmış, bilinmeze, talihin haşin cilvelerine doğru yürüyordu. (44-45)
Bir yanıyla geleneğe sıkı sıkıya bağlı, diğer yanıyla toplumun çalışarak kalkındırılabileceğine inanan İhsan’ın ölümcül hastalığı; yaşadığı âna bağlılığıyla “yarı tanrılaşmış” (265) Nuran’ın, hayatından çıkışı; geçmişe ve topluma ait ne varsa reddeden Suad’ın intiharı; bu üç olay, Mümtaz’ın bilincindeki “bütünlüğün” ve “devamlılığın” bozulmasına neden olurlar. Varoluşunu bu üç kişinin varlığına koşullu kılan, düşünceleriyle İhsan’a, duygularıyla Nuran’a, dürtüleriyle Suad’a bağlanan Mümtaz, İhsan’ın ölümü karşısında son ümidini de yitirerek, radyodan gelen savaş haberleri arasında kendi başına kalır.

İhsan, Nuran ve Suad’ın Mümtaz’ın imgeleminde edindiği yer, onların kendilerini ifade ediş biçiminden farklıdır. Toplumun geleceğinin ancak geçmişin değerleriyle bütünleşerek ve değişim ânının içinde çalışarak kurulabileceğini savunan İhsan, Mümtaz’ın “geçmiş” ya da “tarih” bilincini ve “gerçeklik” imgesini ayakta tutan kişidir. Ama bu, “ölüm fikrinin tasallutundan kurtulama[yan]” (165) Mümtaz’ın kendi bütünlüğünü kurmasına yetmez; o, hayatta devamlılık istemektedir ve bunu da “bizim zevk dünyamız, hattâ kısaca dünyamız” (165) dediği bir dünyanın “çökü[şünde] yaşayan şeyler arı[yarak]” (165) bulacağına inanır. Mümtaz’ın Nuran’da bulduğunu sandığı, tam olarak budur: “Nuran’ın aşkıyla bir kültürün miracını yaşadığını” (199) düşünen Mümtaz’a göre, “Nuran’ın fani varlığı gerçekten, bir yeniden doğuşun mucizesi oluyordu” (199). Nurdan Gürbilek, “Tanpınar’da Görünmeyen” başlıklı yazısında, Tanpınar’ın romanlarındaki kadınları şöyle yorumlar:
Tanpınar’ın romanlarında kadınlar, geri dönülmek istenen bir geçmişin, sürekliliği kurulmak istenen bir kültürün ya da ulaşılmaya çalışılan bir bütünlüğün, hemen her zaman kendilerini aşan bir hakikatin simgeleri olarak çıkar karşımıza. Sevilen kadın, geçmişi açacak anahtardır; geçmiş, sevilen kadının çehresinde kendini gösterir. Bütün bunlar; geçmiş, kültür, aşk, hepsi iç içe yaşanan, organik bir bütünlük oluşturan, birbirinden ayrılamayacak yaşantılar, birbirini yansıtan aynalar, yitirilmiş imgesel birliğin ifadeleridir. Her biri, ancak bir diğeri mümkünse gerçekleşebilir. (18)
Mümtaz’ın İhsan’ın “içtimai doktrini” (38) ve Nuran’ın aşkı ile bütünlenen hayat imgesi, “kötülüğün” devreye girmesiyle, Suad’ın Nuran’ın hayatına yeniden karışması ve sonunda intihar etmesiyle dağılır. Nuran’ın gerçekliği, böylesine bir “yıkıcılığı” kaldıracak kadar güçlü değildir ve “yaşama iradesini tek başına kullanmak” (53) isteyerek Mümtaz’ı terk eder. Tanpınar, Mümtaz’ı “ölüm fikri”yle yüzleştirmek için, karşısına Suad’ın hayalini çıkartır. Mümtaz’ın Suad’ın peşinden gitmeyerek, hem İhsan’ın hem de Nuran’ın olmadığı bir dünyada kalmasını sağlayan, İhsan’ın şu sözlerinde somutlaşan “mesuliyet” (319) bilinci olacaktır:
Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol! Onu kendi uzviyetinde bir ağaç gibi yetiştir. Onun etrafında bir bahçıvan gibi sabırlı ve dikkatli çalış! [....] Nuran seni birtakım mebdelere kadar getirdi. Başkaları oralara başka yollardan geçerek gelirlerdi. Burası ehemmiyetli değil. Fakat artık düşüncesi önüne set çekmesin! Bir insanda fazla gecikilmez, birçok şeyler gibi insanlar da kuyuya benzer. İçlerinde boğulabiliriz. Arasından geç, git. Bir fikrin etrafında düşüncenin hür oyunlarını dene… (319)
İhsan’ın Mümtaz’a işaret ettiği, romanın sonunda Mümtaz’ın kendi başına kaldığı bu yer, Tanpınar’ın “Asıl Kaynak” başlıklı yazısındaki sözleriyle söyleyecek olursak, “çözülmemiş bir yumak gibi duran hayat”tır (43).

KAYNAKLAR

Gürbilek, Nurdan.  “Tanpınar’da Görünmeyen”.  Yer Değiştiren Gölge 11-23.

Gürbilek, Nurdan.  Yer Değiştiren Gölge.  Metis Edebiyat Dizisi 82.  İstanbul: Metis Yayınları, 1995.

Tanpınar, Ahmet Hamdi.  “Asıl Kaynak”.  Yaşadığım Gibi 40-43.

Tanpınar, Ahmet Hamdi.  “Medeniyet Değiştirmesi ve İç İnsan”.  Yaşadığım Gibi 34-39.

Tanpınar, Ahmet Hamdi.  Huzur.  Edebiyat 351.  İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.

Tanpınar, Ahmet Hamdi.  Yaşadığım Gibi.  Haz. Birol Emil.  Çağdaş Türk Düşüncesi Dizisi 3.  İstanbul: Dergâh Yayınları, 1996.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder