1 Ekim 2002 Salı

Ketum hisler, müfrit hazlar ve Ahmed Midhat Efendi'de mutavassıt Batılılaşma | Cahit Akın

2002-2003'te Hilmi Yavuz hocamla Bilkent'te yaptığımız modernleşme derslerinde Felatun Bey ve Râkım Efendi hakkında bir okuma raporu hazırlamıştım. Aşağıdaki metin bu okuma raporundan geriye kalanlar. Ahmed Midhat Efendi'nin ölümünün yüzüncü yılı hatırasına ben de bunu paylaşmış olayım.
Hissiyatındaki ketumluğu nedeniyle Râkım Efendi’den, hazlarındaki ifratı nedeniyle de Felâtun Bey’den beni soğutmuştur Ahmed Midhat Efendi bu hikâyesinde. Roman değil hikâye dedim, evet, çünkü Ahmed Midhat Efendi'nin eserlerini ne roman saymak mümkündür ne de bizzat kendisi herhangi bir eserine “roman” yaftasını yapıştırmıştır. Roman yaftasının belirişi ancak Servet-i Fünun dönemine denk gelir. Dünyaca tanınmış sosyologumuz Şerif Mardin, Felâtun Bey'in “batılılaşmış züppeler serimizde birinci”liğine dikkat çeker. Berna Moran'a göre de bu özellik önemlidir: “Türk romanında uzun yıllar kullanılan bu tipi ilk işleyen” romandır Ahmed Midhat'ın bu romanı. Her iki bilginin de fikir kaynağı Pertev Naili Boratav'ın “Destan ve roman” başlıklı makalesidir: “Aynı mevzu daha sonraki romancılarımızda da tazeliğini kaybetmeden tekrarlanmış durmuştur.” Hakikaten de, bu eser bilhassa Batılılaşma ve ikinci olarak da kadın tema’sının, yazarının Doğu-Batı karşıtlığını eksen edinmiş ideolojik bakışı uyarınca edebî eserlerine yansıyışını irdelemek bakımından tipik bir örnektir. Gerçi kadın tema’sı Tanzimat edebiyatı eserlerinin ortak temasıdır ama Ahmed Midhat Efendi'nin meseleye bakışı devrin diğer yazarlarınkinden farklıdır: Kadın meselesini de Doğu-Batı karşıtlığına bağlı olarak işler.

Eserde ilk göze çarpan özellik, Felâtun Bey ile Râkım Efendi'nin birbirinin neredeyse negatifi sayılacak kadar zıt tipler olarak gösterilmeye çalışılmasıdır. Ancak, alafranga yaşam tarzını simgeleyen “piyano çalmak”, “Fransızca konuşmak”, “Fransız metres edinmek”, “tiyatroya gitmek”, “Beyoğlu'nda oturmak” gibi özellikler her iki tipin ortak özellikleridir ve her ikisince de benimsenmiştir. Felâtun Bey ile Râkım Efendi arasındaki çatışmanın merkezinde, bu simgelerin kişilerin hayatına girişi değil “yanlış” girişi sorunu vardır. Ahmed Midhat Efendi bu eserinde de, Batılılaşmanın “derece”sini, ve Batılılaşmayı simgeleyen öğeleri “elde etme biçimi”ni sorunsallaştırmıştır. Felâtun Bey Batılılaşmanın içerdiği imkânları hakkıyla elde etmemiş ve eline geçirdiklerini müsrifçe tüketmektedir; oysa Râkım Efendi, hayatını alnının teriyle kazanmakta ve refahını tutumluluk ilkesine dayandırmaktadır –Râkım Efendi'ye göre “her şeyde mutavassıt bulunmak” daha iyidir. Bu “ılımlılık” ölçütü Ahmed Midhat Efendi'nin Batılılaşma karşısındaki tutumunun neredeyse anahtar kelimesidir. Yazar hakkındaki o çok değerli incelemesinde Orhan Okay, Ahmed Midhat Efendi'nin bizzat kendisinin de “Nâmık Kemal'in âsi tavırlarına mukabil dâimâ ifrat ve tefritten kaçarak muvâzeneli bir sentez” aradığını söyler.

Aynı ölçüt, yazarın kadın meselesine bakışını da biçimlendirir: Felâtun Bey, hazlarına sınır koymayacak kadar düşkündür kadınlara ve onlarla kurduğu alafranga ilişkilerin merkezinde, parayla satın alınmış cinsel tatmin vardır, gönül eğlencesi müsrifçe ve aşırıdır. oysa Râkım Efendi'nin kadınlarla ilişkileri şaşırtıcı derecede gizli kapaklıdır, “saman altından su yürü[ten] ve karda gezip de izini belli etme[yen]” bu adam gönül ilişkilerinde de ketumluğu hiç elden bırakmaz. Kadınlarla ilişkilerinde ilk adımı hiçbir zaman o atmaz, para kazanırken gösterdiği ataklığı gönül ilişkilerinde bulmak imkânsızdır. Ataklık ile ketumluk arasındaki bu gerilimin çekirdeğinde ise aslında bir “hesaplılık” kaygısı vardır. İnsanlarla ilişkilerinde adımlarını dikkatli atan, “herkesin hüsn-i teveccühüne eşedd-i ihtiyaçla muhtac” Râkım Efendi, iş ilişkilerinde gösterdiği geleceğe dönük hesaplılık sayesinde başkalarının gözünde “hüsn-i ahlâk ve arz u edeple şöhret” kazanmayı umar.

Eserde kadın meselesinin yine Doğu-Batı karşıtlığı ekseninde ele alındığını söylemiştim: “Artık bizim gibi serbest, hür adamlar bir esirden ne lezzet alabilir? Kim bilir gönlü kimdedir! Esirin olduğu için sana râm olmağa mecburdur” diye düşünen Felâtun Bey, Türk kadınlarda bulamadığı ilgiyi ağzı bozuk “Fransız aşüfte” Polini'de bulur. Felâtun Bey'in cariyeler hakkındaki bu sözlerine açıkça cevap vermeyen Râkım Efendi içinden şöyle geçirir: “Hey şaşkın, esirde yürek yok mudur? Beş on kuruşa bir kızın hürriyetini satın almak işten bile değildir. Onun yüreğini satın al da bak sana ne kadar yâr olur.” Felâtun Bey cinsel tatmini hür kadınların gönlünde bulmak için müsrifçe para harcarken, Râkım Efendi kazandığı parayı ailesinin mutluluğu için harcayarak evindeki esirinin gönlünü kazanır. Râkım Efendi'nin saadeti “ev ahalisi”nin saadetine tabidir, Felâtun Bey'inki ise şahsidir, cemaati dışlar.

Hülasa-i kelâm; İslam ve Türk kültürüne bağlı orta sınıf hayatının değerlerinden vazgeçmeden bilim ve teknikte Batı'da yararlı bulduğu her şeyi çok çalışarak sahiplenmiş bir Osmanlı efendisi olarak Râkım Efendi, Ahmed Midhat Efendi'nin savunduğu “doğru Batılılaşma”yı temsil eden ideal tiptir. Felâtun Bey ise, kendi şahsi tatminini yazarın Batı'da zararlı bulduğu ahlaki değer yargılarını ve alafranga hayat tarzını benimseyerek iflasa ve mutsuzluğa sürüklenen ve bu serüveniyle de "yanlış Batılılaşma"yı temsil eden tiptir. Râkım Efendi, hislerini dışa vurmadaki ketumluğunu çalışkanlığındaki aşırılığıyla dengelemiş, “mutavassıt” bir Batılılaşma savunucusu olarak karşımıza çıkar.